Onlar kelimelerle doğdular. Kelimelerle beraber attılar ilk adımlarını. Oyun oynarken düşünce annelerinin kelimelerini hissettiler. Okula başladılar kelimeleriyle. Buz gibi soğukta içlerini ısıtan da, sıcak yaz gecesi onları ferahlatan da kelimelerdi. Belki bazıları çok sevdi kelimeleri. Paylaşmak istemediler. Kendilerine sakladılar sadece. Bazıları da başkalarının ,kendi kelimelerini hissetmelerini istedi. Ama kimse kelimeleri birbirine duyurmak istemedi. Tek tek özenle seçtikleri bu müthiş şaheserlerinin, kulaktan uzağa gidememesini istemediler. Kulakta değil, kalpte beklesin dediler.
Sonra sözcüklerini hissettirmeye başladılar masumca. Yaşları masumca hissettirebilmek için yeterince gençti.
Her şey çok güzel hissediliyordu. Aniden birileri çıktı karşılarına. Kelimeleri hissettirmedi, duyurdu sadece. Sonra kelimelerin kalbe ulaşabilmesi zorlaştı.
Birileri kelimeleri sadece duyurdukça, masumlukları da küçüldü küçüldü. Artık onlar da kelimelerini sadece duyurabilir olmuşlardı. Konuştukları kulaktan geçememeye başladı. Duygusuz sözcükler kulaktan kalbe olan yolu tıkamışlardı. Bu yolu ne kadar uğraşsalar da bir türlü açamadılar.
Sonra birdenbire bir şeyler oldu. Birisiyle tanıştılar. Onun her kelimesi , ruhlarındaki o tıkanmış yolu birazcık daha açıyordu. Hissettiler, hissettiler, hissettiler..
Ruhlarına giden yol açılınca anladılar ki asıl önemli olan şey kelimeler değil, kelimelerin kendilerini hissettirebilmeleri. Eğer kulaktan uzağa gidemezse her şey mahvoluyor, kendi benliklerini kaybediyorlar. Ama eğer kalbe , kalplere ulaşabilirlerse gerçek anlamlarını bulabiliyorlar.
Artık “Onlar” için de kalbe ulaştırma vakti. Çünkü kelimelerimiz en çok kalbe yakışıyor.
Edibe Sena ELMAS Ekim/2014/Ankara