Zaman Rakkası

Zaman Rakkası

Bir adam vardı yırtık gömlekli bir gün evinden çıkıp köprüye gitti. Ellerini tırabzanlara dayayıp kafasını aşağıya saldı. Cebindeki köstekli saati çıkarıp uzun süre akrep ve yelkovanın zifiri karanlıktaki dansını seyretti bellerinde çevirdikleri ebediyet halkalarını düşürmediler. Köstekli saat sahnesinde devam eden bu gösteri son bir kez oynadı. Alkışlanmadı…

Köprüdeki adamı seyreden romantik haydutlar mendilleriyle sildiler yapay güllü şapkalarının altında hüzünlenen gözlerini. Köprü ikindi vakti son misafirini ağırlıyordu siyah masasında. Ellerini havaya kaldırıp söylemlerde bulundu. (Salonda yalnızca yetişkinler vardı çocuklar ise dışarıdaki toprağa gül dikiyorlardı.) Söylemleri ise baharı geciktirdi.

‘’Ben akıl tutsağıyım…Fildişi kulemde camlarım pembe kristal buradan ne güzel gözüküyorsunuz dostlarım !! Ancak ben alışamadım körlüğe… Göz kapaklarım bir süredir isyanda. Fikirlerim bir tırtıl fakat şimdi şu an şu kulede dönüşüyorlar kelebeğe. Son kıvılcımı çaktığında yüreğimin bir çocuktum dedem verdi bana bu köstekli saati sokaklı dedem…

Aldım ve bir sabah ışığın doğudan yükseldiğini gördüm… Sonra basamaklar hissettim ayaklarımda tek pencereli bir kuleye çıktım. Elimdeki köstekli saati yavaşça rahat bıraktım… Önce sendeledi, şaşırdı özgürlüğüne sahi zamanı bırakmış mıydık boynundan daha önce?

Sonra güneş kırbaçladı camını, yağmur taneleri ince dişlilerin arasına girdi, düzeni bozdu. Arz-ı Küreye indiğinde ise çoktan değişmişti.

Batı bunu gazetelerine manşet yaptı ‘’Falan kişi saati icat etti’’ dediler, doğu sessizce konuşuyordu aralarında en son bir ses yükseldi ‘’Bir facianın hikayesi bu… bu parçalanışı tüm çağın…Kuyulardan imdat isteyen Yusuf’un sesi bu.’’

Yavuz Selim ÇELEBİ    Ocak/2016   ANKARA