Yaşasın Redd-i Miras!!!
Bismillahirrahmanirahim.
Bugün benim nezdimde çok mühim olan bir hususu sizlerle beraber irdelemek istiyorum inşallah. Tabi benim gibi lisenin son demlerinde iseniz birde hakiki tarih bilgilerine de birkaç kez ulaştıysanız ister istemez kanınız kaynıyor, yerinizde duramıyorsunuz. Bundandır ki yazıma başlamadan önce tarihini öğrenerek, bugünü yorumlamaya çalışan bir lise talebesinin heyecan dolu hisleriyle fikirlerini aksettireceğini bilmenizi ve had bilmezliğimizin mazur görülmesini sizlerden istirham ediyorum.
Tarihi, okullarda okutulan masallardan öteye taşıdığımızda cumhuriyetin tamamıyla bir redd-i miras üzerine inşa edildiğini görüyoruz. Bu noktada hemen şunu ifade etmekte fayda görüyorum, o da şudur; konuyu irdelerken ideolojik çatışmaya girmenin bir manası yoktur çünkü cumhuriyetin bana tanıdığı ifade özgürlüğü çerçevesinde ben inşallah öncelikle herkesçe malum olan tarihi bilgiyi aktardıktan sonra, yine o objektif bilginin üstüne fikirlerimi inşa edeceğim. Uzun lafın kısası amacım bir tarafı yermek değil, olanı kendi analizlerim çerçevesinde açıklamaktır.
Şimdi müsaadenizle tekrardan konumuza dönerek, redd-i mirasa açıklık getirmek istiyorum. Burada açık bir vakıa vardır sevgili dostlar. Gerçekten üzücü ama bir o kadar da gerçektir. Soruyorum sizlere, ilk Osmanlı halifesi olan Yavuz Sultan Selimi hafızalardan silmek adına o meşhur Goben savaş gemisinin Yavuz Sultan Selim olan adını, cumhuriyet Türkiye’si yalnız Yavuz şekline getirmekle neler kazanmıştır? Gazi meclisin kürsüsünden Hanedanlık ve Hilafet makamına yapılan hakaretler, bu milletin hangi sorununu çözmüştür?
O vakit ilk olarak alfabemizden başlayalım. Yüzyıllardır kullandığımız alfabemizi reddettik, bir kalemde sildik ve çöpe attık. Tarih 1 Kasım 1928, Başöğretmen Gazi M. Kemal Atatürk bizlere yeni harflerimizi öğretti, koca bir devir kapandı ve yeni bir dönem başladı. Pek tabi ben o günün şartlarını ele aldığımda ve kendimi onların yerine koyup empati yaptığımda, bu yapılan devrimi yerinde ve elzem görüyorum. Nedeni de şudur; Türkiye Cumhuriyeti Devleti eskinin devamı değil, asıl olanın tarihte vuku bulması hadisesi olmalıydı. Biliyorum yine bana kızacaksınız ama canınız sağ olsun ben söylemeden geçemeyeceğim, bir milleti kendinden, geleneğinden ve değerlerinden koparmanın en kolay yolu harf devrimidir çünkü yazı geleneği aktarmanın en somut halidir. Öyle de olmadı mı zaten. Önce devlet dairelerinde yasaklandı eski alfabe, sonra okuryazar taife yeni alfabeyle yetişti ve dolayısıyla Osmanlıca nüshaları okuyacak vasıfları kazanamadılar. Bu noktada sadece Cumhuriyet dogmalarıyla yetiştiler ve çok kısa bir zaman zarfı içinde ortaya aslında yeni bir Türk milleti çıktı ve yine çok yazıktır ki o yeni Türk milleti ne tam manasıyla batılı olabildi, ne de doğulu kalabildi.
Yine Harf devrimine yakın bir zaman 6 sene sonra 1934 yılında bizimkiler Kıyafet İnkılabı diye sosyal hayatta bir reform gerçekleştirdiler. Şimdi öncelikle burada yine milleti değiştirme çabası göze batmaktadır. Düşünün ki 2016 senesinde meclisten yeni bir kanun çıkıyor ve bundan sonra pantolonun gömlek niyetine giyinilmesi ön görülüyor. Ne kadar da saçma olurdu değil mi? Şimdi gelin o zaman geri 1934’de dönelim. Hani biz artık batılı olacaktık ya aynı İngiltere ağabeyimiz gibi hah işte bu sebepten ötürü dedik ki tamam biz yüzyıllardır fes taktık ama artık şapka zamanı. Çıkarın sarıkları ve fesleri. Bundan sonra Türk milleti çağdaş olacak. Allah rızası için dostlar, şapka bize, şu devlete ve millete hangi çağdaşlığı kazandırmıştır ya. Hadi şapkaya eyvallah dedik, çarşaf giymeyince nasıl çağdaş olacaktık ya. Sen Allah’ın giy dediğine nasıl giyme dersin. Bu parçayı hangi boşluğa oturtacağız ben bilemedim. Ah o zihniyet ah, sizin o oluşturduğunuz GDO’lu millet yüzünden biz senelerce dikiş tutmadık. Bıraksaydın bizi aslımızla biz yine şahlanır, yine kısa zamanda dünyaya hükmederdik. Yurtta sulh cihanda sulh yok diyor üstad Kadir Mısıroğlu. Devamında da şöyle ekliyor: “Atalarımın kanı olan Tuna’ya kadar dövüşeceğim”
Atalarımız dedik değil mi? Atam vallahi sana ben hain demedim, milletin malını çalan hırsız demedim, kendi keyfi için milletinin istikbalini satan soysuz diye billahi sana ben demedim. Diyenden de iki dünyada da şikâyetçiyim. Sen ki bize Allah’ın izniyle İstanbul’u kazandırdın, sen ki yıllarca tüm Müslüman âlemine liderlik ettin, sen ki Viyana’ya kadar dayanıp, Mohaç’ta koca orduyu 2 saatte darma duman ettin ve yine sen ki sana minnet eden Fransız kralını ve ülkesini kurtardın. Allah sizlerden yüzlerce kez razı olsun inşallah. Siz bakmayın size iftira atanlara. Onların derdi kendi ayıplarını haklı çıkartma gayesidir. Hani sen dedin ya o lanetli Yahudilere “Kan ile aldığımız toprağı ancak kan ile veririz.” diye, bunlar da tabi milletin toprağı on iki adayı peşkeş çekince hemen hopladılar Abdulhamid kızıl Sultan diye. Yıllarca sömürdüler gariban insanları, yetmedi hep daha fazlasını alıp kandırdılar. Birde üstüne ülkesinden ayrılmadan önce aldığı aylık maaşın 13 günlüğünü, biz bu millete bu geri kalan günlerde padişahlık etmeyeceğiz diye iade eden sonrasında da sarayından burası milletin malıdır diye hiçbir şey almayan Vahdettin’e hain dediler. Bitti mi? Bitmedi daha dur. Tarihimizde Mohaç meydan muharebesi gibi şanlı bir zafer varken bizi hiç olmamış, uydurulmuş 1. İnönü zaferine inandırdılar. Üstüne üstlük 2. İnönü savaşı ise mağlubiyetle sonuçlanmıştır. Allah hepsine hak ettiği şekilde muamele etsin inşallah. Bu milletten çaldıkları ne varsa hesap günü biz onların hepsini Allah’ın izniyle zaten fazla fazla geri alacağız.
Ve en nihayetinde dinimizden alı konulduk, en azından zorlandık. Laiklik ve milliyetçilik yalanlarının arkasına saklanarak bizden en önemli şeyimizi almaya kast ettiler. Neymiş ezan Arapçaymış Türkçe okunması lazımmış. Hemen alkışlayalım Türkçe ezan. O tarihten 1960 yılına kadar 18 yaşına gelen gençler sizlerin yüzünden Allah’ın çağrısından mahrum kaldılar. Sanmayın ki Allah bunu sizin yanınıza bırakacak. Evet, belki hesap yarına kaldı lakin asla yanınıza kalmayacak. O tarih kitabı diye adlandırdığınız paçavralarda yazan Kuran Muhammed’in din üzerine yorumladığı dogmalardır ifadelerinin hesabı pek çetin geçecek beyler. Allah kolaylık versin diyeceğimde hiç içimden de gelmiyor biliyor musunuz? Beter olun İnşallah. Sizler efendimizden çok Ebu Cehil’i memnun ettiniz. Bunu 60-70 senelik istikbaliniz için yaptınız. Halbuki bir ebedi hayatı kaybettiniz. Sizlere sadece acıyabiliyorum.
Hulasa, Cumhuriyetin zorla bir redd-i miras yoluyla kurulduğu ve yaşatıldığı aynı zamanda da deyim yerindeyse GDO’lu bir milletin oluşturulduğu aşikardır. Bunun aksini söyleyen, bu zulmü bizlere reva görenlerin torunlarıdır. Neyse ki organik Türk milleti gaflet uykusundan uyanmış ve kutsal davasının gereğini yapmaya başlamıştır. Son zamanlarda ülkenin başına gelen üzücü olaylarda bu durumun en somut kanıtıdır lakin başımızı öne eğeceğimizi sananlar bilsinler ki biz sadece Allah’ın huzurunda eğiliriz. Bu ümmet ve bu vatan kurtarılacaktır inşallah. Hüzünlenmeye gerek yok Allah bizimle beraberdir, biz yeter ki hak bildiğimizden geri durmayalım. Allah var gam yok! Vesselam.
Faruk KARABABA Kasım/2016 ANKARA