GÜNAYDIN DENEYİ

Günaydın Deneyi

            Evet, “günaydın deneyi” bugün bitti. Aslında gerçek bir deney değildi, benim kinciliğimden kurtulmam için verdiğim savaşın kod adıydı. Problemi belirlemem üç  yılımı aldı, çözmem ise…

Doğru ya, önce olayı anlatmak gerek. Şöyle ki,

Üç yıl önce ” Senden nefret ediyorum, son anımda bile senden nefret ederek vereceğim nefesimi! ” olan fazla iddialı cümlem, ruhum tarafından ” Göreceksin, senden nefret etmeyeceğim, sen de benden etmeyeceksin!” Olarak değişince bana pek söz hakkı tanınmadı.

Meğer kin tutmak ne yorucu işmiş! Ruhum karardı, kalbim çürüdü, zihnim yoruldu… Fitne fesat ne varsa kendimde bulur olmuştum. Kıskançlık mı desem, çıkarcılık mı , yalan mı… Onunla aynı ortamda bulunmak bile ceza olarak gelmeye başlamıştı. Yeni oluşan farkındalıkla hala şaşkınım ama, sanırım ben birinin varlığına tahammül edemiyordum!

Dolayısıyla yılları ona da kendime de zehir ettim, sanki bir savaş alanındaydım ve kazanmak zorundaydım. Hep bir yarış, hep bir üstünlük ve hakimiyet kurma hali… Yıprandım, yıprandıkça değiştim.

Ve bir gün aynaya baktığımda, kendimi göremedim.

Ardından da olaylar hızla gelişti: Ne olduğunu anlayamadan, iş yerinde ona “Günaydın!” derken buldum kendimi. Hem de gülümsüyor ve el sallıyordum! İçimdeki kinci ” Ne yapıyorsun sen! Delirdin mi?” derken, daha güçlü bir his doğru olanı yaptığımı bas bas bağırıyordu.

Deneyimizin baş kahramanına gelirsek de, ilk gün bana sadece şaşkınlık ve biraz da küçümsemeyle baktı. Bu bakış moralimi bozmama yetmiş hatta artmıştı bile. Odama girdiğimde filmi başa sarıp izler gibi o anı zihnimde canlandırıyordum: Önce şaşırıyor, kaşları kalkıyor, fark etmeyeceğimi umarak  hızlıca etrafına başka biri var mı diye göz atıyor, kendisine seslendiğimi  anlıyor, birkaç saniyelik ifadesizlik ve ardından da ukala bir gülümseme. Düşündükçe çıldıracak gibi oluyor ve kinciliğime geri dönmemin daha doğru olacağını kendime telkin ediyordum.

Nedense biraz sakin kalıp derin nefesler alınca vazgeçtim, sonuçta bu da bir savaştı değil mi? Eee, her barış bir savaşı gerektirir.  Ve ben, savaşabilecek kadar güçlü, kararımdan dönmeyecek kadar istikrarlı bir insandım. Evet, o an zihnimin odalarından aynen bu düşünceler kafalarını çıkarıp bana göz kırpıyordu.

O günü bir şekilde tamamladıktan sonra da her sabah işe geldiğimde büyük bir gülümseme eşliğinde günaydın demeyi ihmal etmedim tabii. Ancak hiçbir şey düşündüğüm kadar kolay, anlattığım kadar da sade ilerlemiyordu. Alamadığım karşılıklar, uzun bir süre görmek zorunda kaldığım ifadesiz yüz, sadece galiplere özgü o gururlu ve mağrur duruş…

Bir şeyler yanlış veya eksikti ancak ne olduğunu bulamıyordum. Uzun süre neyin eksik olduğunu düşündüm ve eksikliğin sadece “günaydın” diyor olmamdan kaynaklandığına kanaat getirdim. Artık ‘günaydın’ın yanında gün içinde onunla sohbet etmeye çalışıyor, elimden geldiğince ilgilendiği konularda konuşup ortak anı biriktirmeye uğraşıyordum. Uzun bir süre de böyle yol aldım -aldığımı sandım- ve aslında yerimde saymaktan başka bir şey yapmadım.

Artık yorulup pes etmeye başladığım zamanlardı, sonuçta üç yılın kiniydi, benim sadece “günaydın” dememle mi bitecekti?

Derken bir akşam eski albümlere bakıyordum. Dört yıl öncesinden bir fotoğraf, iki  kız birbirine sarılmış, yüzlerinde geniş ve içten bir gülümseme, objektife bakıyorlar. Gözlerim kumral olanın gözlerine kilitleniyor, zihnim beni o güne götürüyor:

Güneşli bir ilkbahar sabahı. Etraf masalsı bir güzellikle rengarenk çiçeklerle bezeli, iki kız çimlerde oturuyor. Kahkahalar yükseliyor, mutluluk kokuyor. Ilık meltemler yüzlerini yalayıp geçiyor… Kızların dillerinden, bakışlarından sevgi akıyor. Sevgi, sevgi…

Tabi ya! Sevgi! En büyük eksik, yanlış olan sevgiydi. Hatam kalbe giden anahtarın kulaktan ve gözlerden geçtiğini sanmamdı. Kalbe giden yol kalpten geçiyordu!

Kin beni öyle bir hale getirmişti ki, sevginin eksik olabileceğini bile aklıma getirememiştim. Sevgiyi aramamıştım bile. Ancak zararın neresinden dönersen kardır diyerek ertesi gün büyük bir umutla “günaydın” dedim. Ama diğerleri gibi sıradan bir günaydın değildi bu, sevginin süslediği, söylerken gözlerimin parladığı bir günaydındı.

Ve şimdi, aylar sonra olsa bile kazandım. Kaybettiğim dostumu, huzurumu, kendimi ve daha önemlisi sevgiyle arınmış bir kalp, sancısı dinmiş bir ruh kazandım.

“Günaydın!” Gülümseyen gözler, kelimelerin sevgi tonu… Yüreğime yürekten işleyen kadifeden nakış…

” Ne içelim?”

” Ben bir kahve alayım.”

“Ben de, her zamanki gibi…”

Ayşenur Ateş   Aralık/2016     ANKARA