FABRİKA SAFSATALARI

                                                 FABRİKA SAFSATALARI

Kağıttan bir gemi, ziyaları ahşap masaya vuruyor. Bir akşam seheri beyaz zambaklarla bezeli ince tül perdeyi hafifçe sallıyor. Yekpare bir gece… Muhtelif her yaprak yollara serpmiş kendini. Alt kattan, merdiven altından kımıldanmalar duyuyorum, doğrulup potinlerimi süratle ayağıma takıyorum. Bağcıkları püsküllenmiş, topuklar ise fabrikadaki kirişe dayanmaktan olacak, kenarlarından soyulmuş. Sahi bizim ustabaşı da ne pasaklı adam. Saçları ensesine doğru sıklaşıyor.

Kilerde pres makinesinin üzerine çıkar, güneşin silik yansıdığı paslı parmaklıklarla çevrili pencereden elindeki bayat ekmeği ile dışarıya bakar ancak kundurularını görebilir insanların., hanımefendilerin tokalı ayakkabılarına bakıp derin bir iç çekerdi. Sonra bir öksürük nöbeti tutar, cebinde annesinin diktiği kan lekeli mendili çıkarırdı. Yağlı eller ile omzumu zıvazlayıp giderdi… İrsaliye defterini dolduran Kemal, gelirdi sonra. Mavi mürekkep avcunun içine sanki nakış edilmiş gibi merdivenin demir basamağına oturur, bahçeden kopardığı kırmızı glayörü burnunun etrafında, dudağının üstünde gezdirirdi.

Saat yarımı vurunca sönük bakırdan imal zil ne de insafsızca çalardı. Ürperirdim önceleri, işçiler azıklarını kemirirken birkaç meteliğin anca yettiği domates öğütülürken kaba ağızlarda, önlüğümü bir köşeye fırlatır; ellerimle başımı iki yandan tutar; iki damla yaş aksın, vicdana ve insanlığa dair biz iz taşımak için yalvarırdım. Sanki çarkların arasında hislerim ezilirdi yıllarca.

Çekiçler mitralyöz gibi…

Bir cam şişenin içinde kabz edilmiş şevkle yanan aleve de bakın, ince ince uzanıyor semaya. Koyu sisler isleşmiş ince camında. Lambayı da alıp aşağıya, kilerin olduğu yere iniyorum. Karanlık, bir avuç ışık ve ahşaba sinmiş küf kokusu.

Kilerde kimse yok. Su oluklarından akan damlalar kapının dibinde çamurlu bir birikinti oluşturmuş, üşüyen ellerimi cebime sokup sokağın sonundaki küçük cismi insana benzer gölgeye bakıyorum. Bir kız çocuğu ellerini göğe kaldırmış su damlacıklarına dokunmaya çalışıyor. Şalı, boynunun etrafına alelade dolanmış, uçuşuyor. Beni fark ediyor. Sonra küçük adımlarla gelip, yanıma dikiliyor. Cebinden siyah kağıttan bir gemi çıkarıyor. Gölete eğilip, suda yüzdürürken geniş cebinden muhtelif renklerde kağıttan gemiler çıkarıyor, onları da suya bırakıyor…

-‘’Birazdan gün doğacak… Evine git’’ diyorum yanıt vermiyor. Yavaş yavaş batmakta olan siyah gemiyi gösteriyor.

-‘’Önce güneş doğar, gemilerimi kurutur sonra belki başka renklere bürünür.

-Veyahut başka denizlerde boğulur…

Yavuz Selim ÇELEBİ    Ağustos/2017 ANKARA