TANRISIZ RÜYALAR
Tanrısız rüyalardan uyandım.
Gecenin bir yarısı ve kapamayı unuttuğum penceremden süzülüp odamı doldurmuş soğuk.
Korkular içinde uyandım. Bana ait olmayan korkuların pençesinde bir nefes aldım, bir nefes verdim.
Kalabalık, kalabalık mı kalabalık düşüncelerin içinde, en derinlerdeki ve ışığımın yetişemediği hislerin arasında dolandım. Rüya içinde rüya derken, bulandıkça bulandım.
Neden sonra uyandığımı unuttum?
Bir göz kırpımı kadar anda yemyeşil ağaçlara bir aralığın ardından bakıyordum. Kimden kaçıyordum? Tek bildiğim, ağaçları görebildiğim sürece güvende olduğum. Sonra taşlı yollar. Yol kenarında bir ürperti. Arabanın içindeyim, arabanın dışındayım. Kendime bakıyorum. Ağaçlara ulaşmaya çabalıyorum, arabanın dışında korkuyor, içindeyse sadece izliyorum.
Onlarca kez içinden geçtiğim yollar, yüzlerce kez izlediğim manzara. Uyanıkken huzurlu, uyurken korkular içinde bir ben hepsinde. Eğer bu gözler benimse ve bu zihin, kimin bu anılar? Kimin ki, peşimi bırakmıyorlar?
Karanlık ve basık bir oda. Onlarca insan gürültüler içinde. Kahkahalar, kahkahalar… Kollarım birbirine sarılı, gözlerim kaygıyla dolu ve bir köşede bekliyorum. İnsanlar beni görmüyor, belki de görmemiş gibi davranıyorlar. Masmavi bir çift göz tam gözlerimin içine bakan. Yeri işaret ediyor,daracık tünelden aşağı inmemi istiyor. İteleniyorum, bağrışmalar, kargaşa, vücudumun her yerinde onlarca yabancı el.. Onlarca titreme.
Ve yine uyanıyorum. Belki de şimdi uyudum, artık anlayamıyorum. Tüm gerçeklik avucumun içinde birbirine giriyor, hangisi benimki seçemiyorum.
Soğuk oda, yarı aralık pencere. Sokak lambasının sarı ışığı, gerisi zifiri karanlık..En ufak çıtırtıyı yutan sessizlik. Yumuşak ve ağır bir gece.
Kabus.
Bir başıma tehlikeler içinde. Yapayalnız canavarlar ininde. Koşuyorum, kaçıyorum, arıyorum. Yemyeşil ağaçlara nereden bakıyorum? Yerin kat kat altında sonlanan tünelden çıkıyor muyum? Bilmiyorum. Ama durmadan arıyor, durmadan koşuyorum.. Evlere girip evlerden çıkıyorum, yalnızlığımla koskoca dünya karşısında ürkerek, boş sokaklardan düşe kalka geçiyorum.
Bir ses, karmakarışık bir ses çağırıyor beni. Zihnim karşı kokuyor, basık oda daha bir üzerime gelmeye başlıyor, ağaçlar silikleşiyor… Uyanmam gerekiyor, tüm varlığım, yeni bir zerre, bana kalk diyor. O kalk dedikçe rüyalar daha da gerçek geliyor. Korku siyahı geçiyor.
Fısıltılar, fısıltılar.. Duvarlarda gezdirilen narin kuş tüyleri.. Korkularım azalıyor, bulantı duruluyor. Araba ve taşlı yoldaki ürperti, yalnız ve kimsesiz bir sokak ortasındaki hayalet baskını, mezar gibi tünel.. Akmamış gözyaşı. Hepsinin rengi açılıyor, bir ağırlık uçup gidiyor.
Isınıyorum.
Uyanıyorum. Gözlerim yarı aralık, yemyeşil seccade ve kapatılmış pencereden görünen aydınlanmaya yüz tutmuş gökyüzünü görüyorum. Nasıl bir nefes alıyorum öyle? Yaşama o an doyuyorum.
Tanrısız rüyalarda korkular içinde ve koca dünyada tüm yalnızlığımla bulunmanın endişesiyle koştururken, adeta sırtımdan itekleyen, elimi tutup beni kaldıran bir güçle yerimden doğruluyorum.
Gecenin tüm anıları benim. Uyanıkken huzurdan damlalar içtiğim yemyeşil ağaçlar, uyurken bana korkular. Çünkü uyurken gündüz her ne kadar görememişsem Yaratıcıyı, Allah’ı, gece bana göremediğim ne varsa çekip alınmış bir halde dünyayı veriyor. Bir türlü göremediğim, ruhumu kurtarırken; görmeyi tercih ettiğim yalın bir halde sadece korkutuyor, ürpertiyor, acıtıyor.
Sonrası bilindik: Durmadan kaçıyor, durmadan arıyorum.
Ayşenur ATEŞ Ekim/2018 ANKARA