Hukukumuz Var
Esasen şimdilerde pek de duymadığımız, büyüklerimizin kullanmayı daha çok tercih ettiği bir tabir hakkında hasbihal etmek istiyorum sizlerle birlikte. Bu deyişin aynı zamanda yeni bir iklimin, mevsimsel bir hastalığından dolayı da bir baş ağrısı bulunmakta. Bir reçete bulamasak dahi, bu hastalığa belki hep beraber farkındalık oluşturabiliriz diye niyaz ediyorum . Bir incelik gösterir “eskiler” ve “hukukumuz var” derler. Bu iki kelimeyi hepinize sevdirmeyi kendime bir vazife atfettiğim ve öncelikle sizlerin bu yazıyı okurken düşünmenizi istediğim için, sözlerimin başında, ne varsa “eskiler” de var diyeceğim ve bu kanımı, kelimelerimi nihayete erdirirken sizlere bir kez daha hassasiyetle anımsatacağım.
İlk olarak, yeni bir iklimin mevsimsel hastalığından dem vurmuşken, bu tanıyı sizler için biraz daha sarih bir hale getirmek isterim. Yeni iklimden bahisle günümüz gençliğine atıfta bulunmak istiyorum aslında çünkü her ne kadar bütün kuşaklar kendinden bir sonraki nesil için; “biz böyle miydik?” eleştirisini yapsa dahi, bu sefer hakikaten iki nesil arasında bir iklim değişikliği var. 2000’li yıllardan sonra dünya daha önce hiç olmadığı kadar hızlı dönüşmeye başladı ve bu dönüşüm hiç kuşkusuz en büyük etkisini piramidin temelini oluşturan beşer üzerinde gösterdi. Bu piramidin temelini de sosyolojik açıdan bir dinamizm oluşturduğuna şüphe duyulmayacak olan gençler oluşturmaktadır.
Özellikle şunu üzülerek belirtmek isterim ki, bizim toplumumuz gibi kelime haznesi daha dar olan milletlerde bu iklim değişikliği, belirtisi şiddetli baş ağrısı olan bir mevsimsel hastalığa dönüştü. Bu dönüşüm ayrı bir yazının konusu olabilecek kadar detaylı incelenmesi gerektiği için, konuyu daha iyi anlatabilmek adına sadece bahsini ettiğim yeni iklimin sebebinin, sahip olduğumuz medeniyet hudutlarının fiilen işgale uğramış olduğu açıklamasıyla yetineceğim. Çünkü Nihat Sami Banarlı’nın da ifade ettiği gibi vatan sınırları silah ile medeniyet ise lisan ile muhafaza edilirler. Bizler ise her geçen gün dil kalesini terk ediyoruz hem de tek bir kurşun bile atmadan bu geri çekilmeyi gerçekleştiriyoruz. İşte bu sebeple bizler artık “hukukumuz var” deme inceliğini unuttuk, söylüyorsak da bu bir gerçektir ki sahip olduğumuz tasavvurun zarifliğinin farkında dahi değiliz. Eğer hangisi daha kötü diyerek benim fikrimi sorsaydınız, hiç düşünmeden kesinlikle ikincisi daha acı derdim.
Peki, nasıl bir hazine var bu iki kelimenin altında? Biraz da bu sualin üzerine konuşmanın vakti geldi diye düşünüyorum. Aslında hukuk fakültesi talebeleri aşinadır bu ifadeye lakin her hukuk fakültesi talebesi bu bağlantıyı kuruyor mudur onu bilemiyorum. Neden onlar aşinadır dedim, çünkü her hukuk fakültesinin ilk dersinde mutlaka şu soru yöneltilir öğrencilere: “Hukuk nedir, ne demektir?” Bu yazımı okurken hukuk kelimesinin nerden geldiğini ve nerden türediğini bilmeyenler için şimdi ben bu hususa bir açıklık getireyim. Hukuk kelimesi dilimize Arapçadan gelmiştir ve haklar kelimesinin çoğuludur. İşte biz öğrencilere de hocalarımız tarafından mutlaka bu cevap verilir. Ben eminin ki siz okuyucularım arasında şu an başta altını çizdiğim yeri düşünen ve yaptığım teknik açıklamadan sonra “haaaaa” diyerek “hukukumuz var” ifadesiyle büyüklerimizin neyi kast ettiğini ve bir zamanlar nasıl büyük bir fikriyata sahip olduğumuzu fark ettiğini düşünüyorum. Lakin yine de ben artık zımni bir boşluk bırakmayayım ve hukuk fakültesindeki ilk günümde şükür etmeme sebep olan bu derdimi açıklığa kavuşturayım. Ne zaman deriz biz esasen “hukukumuz var” diye? Bize falancayı tanıyor musun diye sorulduğunda, onu aslında az çok tanıyorsak şayet, cevap olarak bizde onunla bir hukukumuz var deriz. İşte bu iklimden önce öyle bir medeniyet tasavvuru inşa edilmiş ki, birisiyle, az çok bir münasebette bulunulsa dahi onunla karşılıklı olarak birbirlerine haklarının geçecekleri fikrinden hareketle onunla üzerimizde haklarımız var deme inceliğinde bulunmuşlar ve “hukukumuz var” zarafeti ortaya çıkıvermiş. Kanımca bahsettiğim hastalık da bu inceliği muhafaza edememek olsa gerek.
Hülasa-i kelam derken artık, sizlerin, bu layıkıyla koruyamadığımız hassasiyete gereken önemi göstereceğinizin inancı ve derdimi paylaşabilmiş olmanın huzuru içerisindeyim. Sahi ben ne varsa “eskiler de var” demiştim değil mi? Öyle bir baş ağrısı yapıyor ki bu mevsimsel hastalık bizlere, aklımızı başımızdan alıp götürüyor diye düşünüyorum aslında buna kani olmak istiyorum. Bir bahane arıyorum aslında bu sahip olduğumuz hazineyi hep beraber nasıl unutulmaya yüz tutmaya bıraktığımıza dair. Belki de biz bu zarifliği kaybetmişizdir. Bizlerin kendi şiirinde ismimin baş harfleri ACZ tutuyor diyen şairleri vardı, şimdiyse acizliğinden utanamayacak kadar kendinden habersiz yeni bir kışın eşiğindeyiz. Aslında bizler bir kaybedişin beşiğindeyiz.
Faruk KARABABA Şubat/2021 ANKARA