AKŞAMIN DÜZENİ
Elleri titriyor. Tüm dolapları karış karış aradı ama ıhlamuru bulamadı. İşte, tam şu en alt sağdaki dolapta olmalıydı. Çaylar ve kahvelerin arasında. Oraya yerleştirmelerini belki bin kez söylemişti. Biliyordu zaten böyle olacağını. Bir kez başkasına güvenip iş vermeyegörsün, insanın burnundan gelirdi. Kim bilir nereye koymuşlardı: Bardakların raflarını, tencerelerin içini, bakliyat dolaplarını, sirkelerin arasını… Her yeri kaç kez aramıştı yine de bulamamıştı.
Ağlayacak gibi hissediyor. Derin derin nefes alsa da bu nefes saçmalığı sinirlerini daha da bozmaktan öte bir işe yaramıyordu. Küçük şeylerin ihtiyacı olduğu anda bulunamamasından oldum olası nefret ederdi. İnsan demlemek istediği anda bir ıhlamuru bile bulamayacaksa nasıl mutlu olabilirdi? Olamazdı tabii, olamazdı. Mutfak dolapları böyle fikirsizce, baştan savma düzenlenmişken mutlu olamazdı. Ah! Dili kopsaydı da müsaade etmeseydi. Ama şu bel fıtığı, romatizmaları yok mu! Bedenini hissetmek onu yorgun düşürüyordu.
Gözleri ve tüm yüzü yanıyor. Çığlık çığlık bağırmak geçiyor içinden, boğazında bir yumru gibi takılı kalmış nefreti. Bu dağınıklıktan nefret ediyor, ıhlamurun yokluğundan nefret ediyor, sözünün dinlenmemiş olmasından nefret ediyor, düşkünlüğünden nefret ediyor… Anlayamıyordu. Düdüklü tencerenin yanında bir yarım elma sirkesi duruyordu. Plastik eldivenlerle vanilya ve kabartma tozu aynı çekmeceyi paylaşıyordu. Çayların üstünde umursanmadan atılıvermiş boş bir plastik kutu vardı. Bunları bu şekilde yerleştirebilmiş olmak için gereken kategorileme mantığını aklı hayali almıyordu.
Ama yok… Yok yok. Bu iş böyle olmayacaktı. Arayacaktı şimdi o Nurgül’ü gelsindi de bu saçmalığın hesabını versindi. Alt üstü şu güzel yaz akşamında bir fincan ıhlamur içecek, sokak lambalarının sarı ışıklarına üşüşmüş kanatlı milletini izleyecek, belki eskilerden bir şarkı dinleyecek ve… Sahi, başka ne yapacaktı? Hatırlayamadı şimdi, tabii bunca sinirle kim olsa hatırlayamazdı. İnsanda bunları yapacak heves mi kalmıştı. Doğruca oturma odasına gitti. Televizyon sehpasının sağına soluna, diğer üstleri dantel serili sehpalara, konsola her yere baktı. Neredeydi bu telefon? Ahizesi pek bir kabaydı ya yine de iş görüyordu. Bir süre daha bakındıktan sonra kanepenin üstündeki telefonu fark etti. Bir anlık şaşkınlığın ardından başını onaylamazca iki yana sallayıverdi. Bunuyor muydu ne? Ev telefonu mu kalmıştı şu zamanda.
Derisi buruş buruş olmuş parmaklarının rehberde Nurgül’ü bulması hayli zaman aldı. Neden sonra evin içinden bir yerlerden bir telefon çaldı. O daha ne oluyor demeye kalmadan ellerinde mavi eldiven ve yeşil bir bezle Nurgül çıkageldi odaya. Yaşlılığın tüm ağırlığıyla içe çökmüş siyah gözleri büyürken grileşmiş kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. Bu Nurgül nasıl gelmişti hemen? Ah bu gelin yok muydu zaten… Hep böyle şaşırtırdı onu. Eh, Nurgül buradaysa oğlu da gelmiştir! İçini kaplayan sevinç ve beklentiyle Nurgül’ün arkasına odakladı gözlerini.
Bekledi, bekledi, bekledi…
Aradığını bulamayınca o nefret tekrar çöreklendi yüreğine. Hem de nasıl bir nefret! İçini yaktı geçti, ezdi kalbini. Sonra ıhlamuru hatırladı. Evet evet, ıhlamur! Bir güzel paylamalıydı şu Nurgül’ü de böyle düzensiz iş yapmak neymiş görsündü. Tam ağzını açıp bir güzel kusacaktı ki tüm sinirini, Nurgül bezginlik ve kabullenmişlik karışımı bir tavırla yanına geldi ve koluna girip odasına doğru götürmeye başladı onu. O da itaat etti.
Çünkü akşamın da kendine has bir düzeni vardı, böyle düşündü Nurgül. Önce yaşlı bir kadın elma sirkesini alır ve yerini unutup ilk bulduğu yere koyuverir, bir kutuyu yeri orası sanıp çayların üstüne fırlatıverir. Balkonda yarıda bırakılan kim bilir kaç fincan ıhlamur yavaş yavaş soğurken kadın hırsla mutfakta ıhlamur arar. Çünkü şu güzel yaz gününde ıhlamur içecektir, demleyip balkona geçecektir.
Sokak lambalarını izleyecek, eskilerden bir şarkı dinleyecek ve koşuşturmaktan yanakları kıpkırmızı olmuş oğlunu eve çağıracaktır. Ama ıhlamuru demledikten sonra. O zaman çağıracak oğlunu.
İnsan demlemek istediği anda bir ıhlamuru bile bulamayacaksa nasıl mutlu olabilirdi?
Ayşenur Ateş Ağustos/2021 ANKARA