TUTUŞ VE BIRAKIŞ

Sarı çiçeklerin neden bu kadar çok olduğunu hiç merak etmemişti. Sarı çiçeklerin kendi içlerinde ayrıldığını, farklılaştığını ve dağıldığını da fark etmemişti. Bu kırları haziran güneşi yakmış kavurmuş ve sapsarı bir deniz göz alabildiğine dalgalanıp kabarmıştı. Şimdiyse merak ediyordu ve fark ediyordu. Nereden başlayacağını bilemiyor, şaşırıyor, bocalıyordu. İçinde bir geç kalmışlık hissi, hayatı kaçırmış olmak korkusuyla her yerde olmak, her şeye bakmak arzusuyla tutuşuyordu.

Sarı çiçeklerin ulaşamadığı köşelerde karahindibaları bulmuştu. Çocukluğundan kalma bir güneşi duydu kirpiklerinde. Rüzgarı, etrafa dağılan tohumları, gülüşleri anımsadı. Anılarına hafifçe gülümsedi, bu sefer karahindibaları tabiatın eline bıraktı. Dağılmaya bu kadar istekli başka bir canlı var mıdır merak etti. Bu merak ki içinde yeni yeni parıldıyor, küçük zaferler kazanıyor ve bilincinde atan bir nabız gibi ona yaşadığını hissettiriyordu. Ayakları toprağa  “ben buradayım” der gibi basıyordu, adeta ölümü bu farkındalığıyla kendisinden itiyor, uzaklaştırıyor ve kendisini koruyordu. Olur da şimdi ölürsem, diye düşünürdü. Ne de yazık olur! Tam şu küçük çiçeğin adını öğrenmiştim, bu akşam yıldızları seyredecektim, yarın kuşların göç yollarını hayal edecektim… Hep böyle en umutlu olduğu yani mutlu olduğu anlarda gelirdi  ölmek fikri aklına. Faust ne zaman ki an’ın güzelliğini idrak edip de dursun isteyecekti, işte o zaman ölecekti.

Üstüne çöken karamsarlıktan sıyrılabilme umuduyla Güneş’e döndü yüzünü, gözlerini kapadı ve göz kapaklarının ardındaki parlaklıkla başbaşa kaldı. Yüzü ısınıyor, elleri ısınıyor ve ılık bir rüzgar yanaklarını okşuyordu. Yaşamak bu, diye düşündü. İşte böyle yaşanmalıydı. Umutsuzca tutmaya çalıştığı yarını bırakmalı, ellerini açmalı ve kendini özgür kılmalıydı. Bilinçsizce sıktığı ayaklarını serbest bıraktı, toprağa da bu denli hırsla tutunmamalıydı. Bırakmalıydı. Sıkıca tutunduğu ne varsa. Ne zaman böylesine korkar olmuştu da hiçbir şeyin ismini bile öğrenmemişti. Sessizce yıldızları seyretmemişti. Durmamıştı. Kaçarcasına yaşamış; pişmanlıklarından kaçmış, korkularından kaçmış, bilinmezliklerden kaçmış… Zarifoğlu’nun şiirini anımsadı sonra, her an karanlığını giyinecek gibi yaşamıştı. Sevebileceği her ne ve kim varsa onlara şöyle bir değip dokunuvermiş, tek bir noktadan teğet geçmiş ve boşluktaki yolculuğuna devam etmişti. Bir yıldız gibi kaymış, her bir adımda daha da kendi içine kapanmıştı.

Titrek bir nefes aldı, sonra bir nefes daha. Bedeni gevşemişti ve zihni rahatlamıştı. Gözlerini açıp ışığa alışmaya çalışan gözleriyle etrafına baktı. Tekrar ve tekrar baktı. Vakit ikindiye tamamdı. İsimleriyle var olan kim bilir kaç farklı sarı çiçek vardı. Sevilecek ne çok şey vardı.

An’a seslendi. Ne de güzeldi!

 

Ayşenur Ateş  Eylül/2021 ANKARA