BENİM ÜTOPYAM

Geçen gün annem kitaplarımı atmakla tehdit edince kütüphanemi toplamak zorunda kaldım. Anılarım canlanınca 15 dakikalık iş, sürdü iki saat. Şu anda yazabilmemi sağlayan kitaplarım işte. Yazdığımın 3–5 katı kadar okumam gerekiyor tabii. Bana ilham veren kitapları anlatmak istiyorum. Sende seninkileri gözden geçirsene? Hangi düşüncelerine yön verdi?

Kitaplarımı ayırmayı sevmem ama aralarında kalbime en dokunan “Göztepe Soygunu” idi. Çok ustaca yazılmış, ödüllü, çok satan bir kitap değil ama o benim ilk göz ağrım.  Anımsıyorum… Babam bir akşam içeri girdi sana hediye aldım diyerek. Bende bekledim yemekten sonrasına kadar. Ama bu arada tarihleri kafamda gözden geçirdim. Doğum günü, kandil, bayram, seyran vs. herhangi özel bir gün değildi. Bana neden hediye almıştı ki? Paketi açtığımda daha da şaşırdım içinden kitap çıktı. Kitap ne alakaydı şimdi? Ben bir radyo daha bekliyordum. Bundan öncesinde bana emekleyen, şarkı söyleyen, konuşan, dans eden bebekler almıştı. Uzaktan kumandalı araba, yine uzaktan kumandalı kaykaylı bir kız, uçak (Bu saydıklarımla benden daha çok oynadı.) almıştı. Yazı tahtası almıştı. İki tane radyo almıştı. Kamyon bile almıştı.(Artık ne işime yarayacağını düşündüyse?) Ama kitap çok yabancı bir konuydu. Kitabın adı “Göztepe Soygunu” idi. Hem bu Server Bedi de kimdi? Babam mademki kitap almıştı neden bütün kızların zevkle okuduğu “Pollyanna” yı almamıştı ki?(Pollyanna’yı okumayı hep reddettim. Hala hakkında bilgim yok.) Ayıp olmasın diye teşekkür ettim. Gözlerime bakışından okumamı istediğini anladım. El mecbur ilk sayfayı açtım. İlk paragraftan sonra kitabın diline bakma gereği hissettim. Daha öncesinde babam bana bol resimli diye bir okuma kitabı almıştı. Kitap cidden çok iç açıcıydı. Adı “Jumbo” idi. Ufak bir sorun vardı. Kitap Almancaymış. Bu yüzden hep resimlerine bakmakla yetindim. Her neyse bu kitabında öyle olabileceğinden şüphelendim. Meğer öyle değilmiş. Annem bir karış kalınlığında bir sözlük verdi elime. İlk sayfayı 25–30 kelimeye bakarak bir saatte okuduktan sonra sözlüğü götürüp masaya koydum. Bu sefer normal okumaya devam ettim. 30. sayfanın sonuna geldiğimde hafiyenin dedektif (Mehmet Rıza’nın Dedektif Gadget’e benzerliğinden) muvaffak olmanın da başarmak manasına geldiğini çözmüştüm. İşte bu muvaffakiyetimden sonra gerisi geldi. Cingöz Recai ve Kartal İhsan maceralarını da okudum. Normalde hep iyi tarafı tutan ben Cingöz Recai’ye iltimas geçmişimdir.(Cingöz Recai romanda anlatılır hırsız diye.) unutmadan bunlar polisiye romanlar. Server Bedi ise Peyami Safa’nın bu polisiye romanları yayınlarken kullandığı mahlas. Sonrasında “Nina” diye bir seri okudum. Kitap serisini tamamlarken alnımın derisi çatladı. Ama öğrendim ki ben romanları ve seri kitapları okumak için doğmuşum. Nina’nın yazarı İtalyan’dı. Venedik hakkında bilgi sahibi olmamı sağladı. Aslında Nina maceralarında çok çeşitli yerlere gittiği için coğrafya bilgimi geliştirdi diyebiliriz. Kitapta çocuklar dünyayı kurtarıyordu. Kitabın o kadar çok etkisinde kalmışım ki bir ara Dünya benim etrafımda dönüyor zannediyordum. Orada çocuklar dünyayı kurtardı ya ben çok değerli olduğuma karar verdim. Sonuçta ben Dünya için çok önemliydim öyle değil mi? Egomu ne mi söndürdü? Hayat Bilgisi’nde Dünyada 6 milyar insan yaşadığını öğrendim. Şimdi ise dünyanın, insanların, beni keşfedemediğine inanıyorum. Amacım önemli olduğumu kanıtlamak. Dünya üzerinde milyarlarca insan yaşamış ve yok olmuş. Ben değerliyim ya eğer bir çentik atamadan gidersem gözüm arkada kalır.

Sonrasında Arif Nihat Asya’nın bir antolojisini aldırdı Türkçe öğretmenimiz. O zaman anladım ki duygularım gelişmemiş ve şiir bana göre değil. Videoları falan izlediğimde gördüm ki bazı insanlar şiirleri sanki yaşıyorlar veya dinlerken mest oluyorlar. Benim içimde kahramanlık şiirleri dışında bir kıpırtı oluşturan yok. Ama lisede Edebiyat öğretmenim bana divan şiirlerini sevdirmeyi başardı. En sevdiğim beyit;

                         Seyrine doyum olmaz şadırvanlı havuzun

                        Bir zamanlar havuzuydu okyanuslar Yavuzun

Kitaplarla ilgilendiğimi gören sevgili ailem okuduğum kitaplara karışma kararı aldılar. Farklı türlerde kitap okumama karar verildi. Sadece adlarına bakarak iki kitap aldım. “Gül Yetiştiren Adam” ve “Gülü Arayan Adam”. Gülü Arayan Adam fikir kitabıymış. Toplamda 20 sayfa okumuş okumamışımdır. Yazarı Yavuz Bahadıroğlu’ydu. Ama daha sonra Yavuz Bahadıroğlu’nun tarihi roman serilerinden 6–7 kitap okudum ve kaliteli bir yazar olduğunu belirtmek isterim. Gül Yetiştiren Adam’a gelince okumak isteyenler için duyurayım kitabın ‘Botanik’ bilimiyle uzaktan yakından alakası yoktur. Ben öyle zannedip almışımdır. 50. sayfa civarında gerçekle yüzleştim.

Aralarda okuduğum bir seride “Ufaklık Serüven Peşinde”. Ufaklık kitap karakterinin lakabı. Yaptıklarının kesinlikle lakabıyla bir bağlantısı yok. Bu seri sürekli rüyalarıma girerdi. Hala merak ederim acaba yazdıkları gerçek mi diye. Bizans’ın neden gizli hazinesi olamasın ki? Piri Reis’in gizli bir mağarası olamaz mı? O yüzden Tuncel Altınköprü ile tanışmayı arzuluyorum. (Duyurulur.)

          Açlık Oyunları (THG) serisinin tepki ve olumsuz yorum aldığını biliyorum. Ama ilk iki kitaptaki olay örgüsü muhteşemdi. Soluksuz okudum. Hatta FanFiction (hayran hikayesi) bile yazdım. Nike’nin ürettiği ayakkabılar Türkiye’ye gelse alırdım.

Birçoğunuz duymamış olabilir. “Ben Dört Numara” adlı bir dizi var. Benim uzaylılara inanmamı sağladı. Hatta o kadar inandırıcı geldi ki Dünya’nın tehlikede olduğuna inanmıştım ve gerçeği bir tek ben biliyordum. Cadde de yürürken Mogadorlu arıyordum. Sonuçta ego tavan. Ben özel olandım. Ama öyle olmadığını anladım. Şimdiki düşüncem şu: Eğer insan eşrefi mahlûkatsa uygarlık düzeyi en gelişmiş olan biz olmalıyız? Kim bilir belki yanılıyorumdur. Tavsiyem bu diziyi okumaya başlayın, seveceğinizi biliyorum. Kitapların tanesi 20 lira ama kitap sayfası çok kaliteli. İlk başta kağıdın kalitesi dikkatimi çekmişti.

          Dedektif Kurukafa serisinde (abartmıyorum) bir saatte 70–80 sayfa okuyordum.dövüş taktiklerini bu kitaplardan öğrendim.

Birde Hayali Gezginler Kulübü’nün üyesi olduğumu söylemekten gurur duyarım. Fahri üyeyim ben. Ulysses Moore’a da saygılarımı sunarım.

           “Assolistler” sonradan gelirmiş. Beni tanıyıp da bilmeyen yoktur; Harry Potter artık hayat felsefem olmuş, Yüzüklerin Efendisi ise hayallerim.

Bunarlın üstüne daha çok kitap okudum ama aklıma takılanları aktarmak istedim. Kafamda, yaşadığım bir ütopya kurdum ve temelinde de kitaplarım var. Sizde sizinkini kurun, kurduysanız yaşayın! Çünkü; “İnsana en çok kitap yakışıyor ve mürekkebin kuruduğu yerde kan akıyor…”

Naciye Betül Barut

( Bu kız şunu da okumalı dediğiniz kitaplar varsa bana ulaşın.)

One thought on “BENİM ÜTOPYAM

  1. Sana uzun bir tavsiye listesi verebilirim. Ama bir kitapçıya seninle gidip kitapların yanında tavsiye vermek daha tatlı olurdu. İsimlerini ancak görünce hatırlayacağım o kadar çok kitap okudum ki… Kitap okumak başka bir âleme kanat, gönül açmak…

Comments are closed.